Yüzde Yüz Kıbrıs Eşeği
Avrupa 27/2/2022
Seneler, bir nehir gibi akıp gidiyor avuçlarımızdan… Kırışıklıklar ve saçımdaki kar beyazlar, nehrin, uçsuz bucaksız denize yaklaştığının kanıtı… 12 Mayıs 2008’de, Avrupa (Afrika) gazetesinde yazdığım son makalenin üzerinden neredeyse 14 yıl geçti… Onca yıldan sonra dostum Şener Levent’le buluştum. Avrupa gazetesinin ofisinde kahvemizi içtik ve haftalık köşemde yeniden yazmaya başlamam konusunda anlaştık. Arkadaşım Faize Özdemirciler söylediğim bir cümleyi yakaladı ve köşeye “Çıplak Gerçek” adını vermemizi önerdi. Sonuçta eğer ona âşık olmuşsan, gerçeği elbiselerle istemezsin. Onu soymak ve tüm kıvrımlarını görmek, vücudunun her köşesine dokunmak, ruhunda sakladığı gizli titreşimleri duymak istersin. Eğer onu çıplak istemiyorsan, o zaman bu aşk değildir, tutku değildir ve tutku sönünce, ayrılık gelir. Kimsenin adamızda ve dünyada yaşanan ve yaşanmakta olan her şey hakkında tüm gerçekleri bilmediğini biliyorum, ama cesur görünmeliyiz ve tüm gücümüzle bu gerçekleri araştırmalıyız.
2008 yılında bu gazetede, burada yayınlanan son makalemin başlığı ve son cümlesi, “Hiçbir şey ummuyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm” idi. Giritli yazar Nikos Kazancakis’ten ödünç alınmış bir cümle… Bugün kaldığım yerden devam edeyim dedim. O makalede milliyetçiliğin bu ülkeye dayattığı kimlik ayrımını artık hissetmediğimi yazmıştım. Artık kendimi Kıbrıslı Rum ya da Kıbrıslı Türk hissetmiyordum, bu bölücü tanımlar artık benim içime sığmıyordu. Bu bugün, hala benim gerçeğimdir. İçimdeki bu ayrılık sonsuza dek ortadan kalktı. Ben yüzde yüz Kıbrıs eşeğiyim, ne eksik ne fazla… Semerime, buranın acısını, yoksulluğunu ve siyasi aptallığını yüklediler ve ben de tıpkı sizin gibi onu sırtımda taşıyorum.
Efendilerimiz, vücudumuzu darp yaralarıyla doldurdu ama biz yine de vatanımıza böyle hizmet ettiğimize inanarak, dimdik durup devam ediyoruz. “Türk olmaktan gurur duyuyorum” diye bağırıyor biri, “Rum olmaktan gurur duyuyorum” diyor öteki ve bizler, bölünmüş bir ülkenin çekilmez yükünü taşıyan, yeniden birleşmeye hasret, gururlu, dayanıklı eşekleriz.
Bizim de sarayda uyuma zamanımızın geldiği hayaliyle, sırtımızdaki bu yükle yarım asırdan fazla zaman harcadık, ama kendimizi hep aynı kirli ahırda buluyoruz, dışkımızın içinde uyuyoruz ve aynı tatsız siyasi samanı yiyip yutuyoruz. Zaman zaman bitkin düşüp sosyal medyada ve kafelerde anırmaya başlıyoruz. Bir an için eşeklerin devrim yaptığını sanırsın. Ertesi gün şafakla birlikte, semerleri yeniden yükler, rutinimize geri döneriz.
Suistimale o kadar dayanıklıyız ki yarım asırdır her şeye müsamaha gösteriyoruz. Terör örgütleri, siyasi suikastlar, tehditler, gerçeğin sindirilmesi, şantaj, toplu mezarlar, kayıplar, göçmenlik ve en sonunda bölünme… Hoşgörüsüzlüğe ve milliyetçiliğe yenildik, yine de aldırış etmedik. Dağlara bayrak çizdik, binaları kırmızı ve mavi milli bayraklarla doldurduk ve ilk başta içten fethedildik. Eşek sabrımızla tarihin çarpıtılmasına, eşek haklarımızın çiğnenmesine göz yumduk ve toprağımızı yabancı toprak gibi sürdük. Mesaryalı kendini Baf’ta tarla sürerken, Baflı da kendini Mesarya’da ekip biçerken buldu, adına da zafer denildi.
Milliyetçiliğimiz bugün bizi nereye götürdü? Barikatları normal sınırlara döndürdüler. Şener’le buluşmam için gümrük kontrolünden geçmem gerekir. Gümrük memuru bana “sigara satın aldın mı?” diye sorar. Altın bir saat ya da Girne’de bir yazlık alsam umurlarında değil, yalnızca sigara satın almadıysan, rahatça geçebilirsin. Ben de ona “hangi tütün endüstrisi sana para ödüyor dostum?” diye soru sorarak cevap verdim. Öfkelendi ve tütün bulmak için semerimi alt üst etti. Bir milliyetçi Maraş’ı açtı, diğer milliyetçi dikenli tel çekti ve ara bölgeyi izlemeleri için İsrail’den kamera sipariş ettiğini söylüyor. Biz eşekler de havuç ve kırbaçla yokuş çıkıp saraylar hayal ediyoruz. Çıplak gerçek budur.
Τοny Angastiniotis
Avrupa 27/2/2022
Seneler, bir nehir gibi akıp gidiyor avuçlarımızdan… Kırışıklıklar ve saçımdaki kar beyazlar, nehrin, uçsuz bucaksız denize yaklaştığının kanıtı… 12 Mayıs 2008’de, Avrupa (Afrika) gazetesinde yazdığım son makalenin üzerinden neredeyse 14 yıl geçti… Onca yıldan sonra dostum Şener Levent’le buluştum. Avrupa gazetesinin ofisinde kahvemizi içtik ve haftalık köşemde yeniden yazmaya başlamam konusunda anlaştık. Arkadaşım Faize Özdemirciler söylediğim bir cümleyi yakaladı ve köşeye “Çıplak Gerçek” adını vermemizi önerdi. Sonuçta eğer ona âşık olmuşsan, gerçeği elbiselerle istemezsin. Onu soymak ve tüm kıvrımlarını görmek, vücudunun her köşesine dokunmak, ruhunda sakladığı gizli titreşimleri duymak istersin. Eğer onu çıplak istemiyorsan, o zaman bu aşk değildir, tutku değildir ve tutku sönünce, ayrılık gelir. Kimsenin adamızda ve dünyada yaşanan ve yaşanmakta olan her şey hakkında tüm gerçekleri bilmediğini biliyorum, ama cesur görünmeliyiz ve tüm gücümüzle bu gerçekleri araştırmalıyız.
2008 yılında bu gazetede, burada yayınlanan son makalemin başlığı ve son cümlesi, “Hiçbir şey ummuyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm” idi. Giritli yazar Nikos Kazancakis’ten ödünç alınmış bir cümle… Bugün kaldığım yerden devam edeyim dedim. O makalede milliyetçiliğin bu ülkeye dayattığı kimlik ayrımını artık hissetmediğimi yazmıştım. Artık kendimi Kıbrıslı Rum ya da Kıbrıslı Türk hissetmiyordum, bu bölücü tanımlar artık benim içime sığmıyordu. Bu bugün, hala benim gerçeğimdir. İçimdeki bu ayrılık sonsuza dek ortadan kalktı. Ben yüzde yüz Kıbrıs eşeğiyim, ne eksik ne fazla… Semerime, buranın acısını, yoksulluğunu ve siyasi aptallığını yüklediler ve ben de tıpkı sizin gibi onu sırtımda taşıyorum.
Efendilerimiz, vücudumuzu darp yaralarıyla doldurdu ama biz yine de vatanımıza böyle hizmet ettiğimize inanarak, dimdik durup devam ediyoruz. “Türk olmaktan gurur duyuyorum” diye bağırıyor biri, “Rum olmaktan gurur duyuyorum” diyor öteki ve bizler, bölünmüş bir ülkenin çekilmez yükünü taşıyan, yeniden birleşmeye hasret, gururlu, dayanıklı eşekleriz.
Bizim de sarayda uyuma zamanımızın geldiği hayaliyle, sırtımızdaki bu yükle yarım asırdan fazla zaman harcadık, ama kendimizi hep aynı kirli ahırda buluyoruz, dışkımızın içinde uyuyoruz ve aynı tatsız siyasi samanı yiyip yutuyoruz. Zaman zaman bitkin düşüp sosyal medyada ve kafelerde anırmaya başlıyoruz. Bir an için eşeklerin devrim yaptığını sanırsın. Ertesi gün şafakla birlikte, semerleri yeniden yükler, rutinimize geri döneriz.
Suistimale o kadar dayanıklıyız ki yarım asırdır her şeye müsamaha gösteriyoruz. Terör örgütleri, siyasi suikastlar, tehditler, gerçeğin sindirilmesi, şantaj, toplu mezarlar, kayıplar, göçmenlik ve en sonunda bölünme… Hoşgörüsüzlüğe ve milliyetçiliğe yenildik, yine de aldırış etmedik. Dağlara bayrak çizdik, binaları kırmızı ve mavi milli bayraklarla doldurduk ve ilk başta içten fethedildik. Eşek sabrımızla tarihin çarpıtılmasına, eşek haklarımızın çiğnenmesine göz yumduk ve toprağımızı yabancı toprak gibi sürdük. Mesaryalı kendini Baf’ta tarla sürerken, Baflı da kendini Mesarya’da ekip biçerken buldu, adına da zafer denildi.
Milliyetçiliğimiz bugün bizi nereye götürdü? Barikatları normal sınırlara döndürdüler. Şener’le buluşmam için gümrük kontrolünden geçmem gerekir. Gümrük memuru bana “sigara satın aldın mı?” diye sorar. Altın bir saat ya da Girne’de bir yazlık alsam umurlarında değil, yalnızca sigara satın almadıysan, rahatça geçebilirsin. Ben de ona “hangi tütün endüstrisi sana para ödüyor dostum?” diye soru sorarak cevap verdim. Öfkelendi ve tütün bulmak için semerimi alt üst etti. Bir milliyetçi Maraş’ı açtı, diğer milliyetçi dikenli tel çekti ve ara bölgeyi izlemeleri için İsrail’den kamera sipariş ettiğini söylüyor. Biz eşekler de havuç ve kırbaçla yokuş çıkıp saraylar hayal ediyoruz. Çıplak gerçek budur.
Τοny Angastiniotis