Protokol
Avrupa 12/06/2022
Birkaç yıl önce çözüme doğru giderken, şimdi bölünmeye doğru gidiyoruz. Hayır, bunun suçunu yalnızca Kıbrıs Türk liderliğine atmayacağım… Bu konuda Kıbrıs Rum liderliğini de suçlayacağım. Ülkemizi bölen onlarca çıkmazdan birini yaşadık ve en büyük bedeli her zaman olduğu gibi Kıbrıslı Türkler ödeyecek.
“Türkiye ile İktisadi ve Mali İşbirliği Protokolü” acı bir gerçeği gözler önüne seriyor: Uygulanan ve nihayetinde bölünmeye yol açan şiddeti hepimizin bildiği tarihsel bir süreçte Kıbrıslı Türkler, Kıbrıslı Rum milliyetçiler tarafından azınlık muamelesi görürken, Protokol ile Kıbrıs Türk toplumunun, Türkiye tarafından da azınlık muamelesi gördüğünün tanığı oluyoruz.
Türkiye, Protokol ile sendikal hareketin siyasi ve ideolojik faaliyet hakkının yasaklanmasını ve liderliği eleştiren herhangi bir kişinin ya da gazetecinin susturulmasını istiyor. Bize ne kalıyor? Soru çok basit… Bu soruya çocuklar dahi cevap verebilir: Geriye, vatandaşın gözünün korktuğu, devletten yabancılaştığını hissettiği oligarşik bir sistem kalıyor. Kendini ifade etmekten ve bana eleştiri yapılmasından korkan bir halkın lideri olmayı asla istemem. Böylesi bir siyasi ortamda vatandaş üzgün, baskı altında ve öfkeli olur. Böylesi bir rejime demokrasi adını verebilirsiniz ama mutlu ve özgür değilseniz, bu, demokrasi olmaz. Kurumsal olarak ideolojik inançlarınızı ifade etmeniz ve ortak çıkar için siyasi bir mücadele vermeniz engellendiğinde, bu demokrasi olmaz.
Lao Tzu “bin millik bir yolculuk bile tek bir adımla başlar” demiş. Çoğu zaman gideceğimiz yönü değil, atacağımız adımı düşünürüz. Bu yolculuk nereye gidiyor? Eğer Protokolün yeni bir yolculuğun ilk adımı olduğunu söylersek, ilk adımın ardından ne gelecek? İkinci adım ne olacak? Açıklama yasağı… Sonra bazı şarkıların yasaklanması, sonra kısa eteğin yasaklanması, sonra partilerin lağvedilmesi, sonra…
Aslında bundan sonra atılacak adımların ne olacağını hiç kimse bilmiyor ancak hepimiz bunu tahmin edebiliyoruz. Hiç kimse liderlik aleyhine ses çıkaramayacağı için, bundan sonra atılacak her adım kolektif olmayacaktır. En tepedeki kişi emir verir ve halk liderine olan sevgisinden ve saygısından değil, korkusundan itaat eder. Otoriter bir rejimde siyasi tartışmalar fısıltı şeklinde olur ve hapishaneler fikir beyan eden vatandaşlarla dolar. Böyle bir devletin hücrelerinde bulunan tutukluların konuşmalarını hayal edebiliyorum:
Hiç kimse böyle bir toplumda yaşamak istemez. Bence bu toplum, bazı büyük tekelci çıkarlara hizmet etmesi için boynuna daha fazla ağırlık verilmesinden dolayı çok acı tekti. Kıbrıslı Türkler ikinci sınıf insan değildirler, liderleri onların nabzını tutmalı ve vatandaşlarının özgür ifadesini korumalıdır. Çıplak gerçek budur.
Tony Angastiniotis
Avrupa 12/06/2022
Birkaç yıl önce çözüme doğru giderken, şimdi bölünmeye doğru gidiyoruz. Hayır, bunun suçunu yalnızca Kıbrıs Türk liderliğine atmayacağım… Bu konuda Kıbrıs Rum liderliğini de suçlayacağım. Ülkemizi bölen onlarca çıkmazdan birini yaşadık ve en büyük bedeli her zaman olduğu gibi Kıbrıslı Türkler ödeyecek.
“Türkiye ile İktisadi ve Mali İşbirliği Protokolü” acı bir gerçeği gözler önüne seriyor: Uygulanan ve nihayetinde bölünmeye yol açan şiddeti hepimizin bildiği tarihsel bir süreçte Kıbrıslı Türkler, Kıbrıslı Rum milliyetçiler tarafından azınlık muamelesi görürken, Protokol ile Kıbrıs Türk toplumunun, Türkiye tarafından da azınlık muamelesi gördüğünün tanığı oluyoruz.
Türkiye, Protokol ile sendikal hareketin siyasi ve ideolojik faaliyet hakkının yasaklanmasını ve liderliği eleştiren herhangi bir kişinin ya da gazetecinin susturulmasını istiyor. Bize ne kalıyor? Soru çok basit… Bu soruya çocuklar dahi cevap verebilir: Geriye, vatandaşın gözünün korktuğu, devletten yabancılaştığını hissettiği oligarşik bir sistem kalıyor. Kendini ifade etmekten ve bana eleştiri yapılmasından korkan bir halkın lideri olmayı asla istemem. Böylesi bir siyasi ortamda vatandaş üzgün, baskı altında ve öfkeli olur. Böylesi bir rejime demokrasi adını verebilirsiniz ama mutlu ve özgür değilseniz, bu, demokrasi olmaz. Kurumsal olarak ideolojik inançlarınızı ifade etmeniz ve ortak çıkar için siyasi bir mücadele vermeniz engellendiğinde, bu demokrasi olmaz.
Lao Tzu “bin millik bir yolculuk bile tek bir adımla başlar” demiş. Çoğu zaman gideceğimiz yönü değil, atacağımız adımı düşünürüz. Bu yolculuk nereye gidiyor? Eğer Protokolün yeni bir yolculuğun ilk adımı olduğunu söylersek, ilk adımın ardından ne gelecek? İkinci adım ne olacak? Açıklama yasağı… Sonra bazı şarkıların yasaklanması, sonra kısa eteğin yasaklanması, sonra partilerin lağvedilmesi, sonra…
Aslında bundan sonra atılacak adımların ne olacağını hiç kimse bilmiyor ancak hepimiz bunu tahmin edebiliyoruz. Hiç kimse liderlik aleyhine ses çıkaramayacağı için, bundan sonra atılacak her adım kolektif olmayacaktır. En tepedeki kişi emir verir ve halk liderine olan sevgisinden ve saygısından değil, korkusundan itaat eder. Otoriter bir rejimde siyasi tartışmalar fısıltı şeklinde olur ve hapishaneler fikir beyan eden vatandaşlarla dolar. Böyle bir devletin hücrelerinde bulunan tutukluların konuşmalarını hayal edebiliyorum:
- Sen niye buradasın?
- Banka soydum ve beş yıl hapse mahkûm oldum.
- Sen niye hapse girdin?
- Görüşümü söyledim ve beş yıl hepse mahkûm oldum.
Hiç kimse böyle bir toplumda yaşamak istemez. Bence bu toplum, bazı büyük tekelci çıkarlara hizmet etmesi için boynuna daha fazla ağırlık verilmesinden dolayı çok acı tekti. Kıbrıslı Türkler ikinci sınıf insan değildirler, liderleri onların nabzını tutmalı ve vatandaşlarının özgür ifadesini korumalıdır. Çıplak gerçek budur.
Tony Angastiniotis