Kutu
Avrupa 20/03/2022
Kıbrıs sorununda son on yılda ne değişti? Gerçekte, olumlu hiçbir şey olmadı. Annan Planından Maraş’ın açılmasına, Mehmet Ali Talat’tan ve Dimitris Hristofyas’tan, Nikos Anastasiadis’e ve Ersin Tatar’a kadar geldik. Arada Crans-Montana ve siyasi liderlerimizin vergi mükellefi vatandaş tarafından ödenen eğlence amaçlı gezileri oldu.
Crans-Montana görüşmeleri döneminde birçok arkadaşım görüşümü öğrenmek istiyordu. Onlara herhangi bir gelişme olmayacağını söylediğim zaman, bana kızıyorlardı. Bana negatif olduğumu, durumu doğru değerlendirmediğimi söylüyorlardı. Ne yazık ki yanılmamıştım. Hatta bir arkadaşım bana çok kızmıştı. Üst düzey bir parti yetkilisi ile konuşmuş, çözümün yakın olduğundan emindi. Bana “Akıncı’yı Rauf Denktaş ile karıştırıyorsun” dedi. Görüyorsunuz, Kıbrıs Rum liderliği yıllarca Denktaş’ı şeytanlaştırmış, her şeyden onun suçlu olduğunu söylüyordu. Bunu Denktaş’ı kendi sorumluluklarından kurtarmak için söylemiyorum, çünkü herkesin kendi sorumlulukları vardır. Herkes dediğim zaman, her iki tarafı da kast ediyorum. Bir gün arkadaşıma, 60’lı yıllardan itibaren Kıbrıs sorunu ile ilgili tüm planları açtım ve Kıbrıs Rum liderliğinin bunlardan hangisini kabul ettiğini bana söylemesini istedim. Rengi değişti. Kızardı. Düşünmedi, aramadı da… İnsanın kendi tarafının, bölünmeden ve siyasi çıkmazlardan aynı derecede sorumlu olduğunu kabul etmesi zordur.
Hepimiz Kıbrıs sorununu, sadece şekli değişen kare bir kutudan izleyerek büyüdük. Kare zaman içinde dikdörtgene dönüştü. Görüntünün kalitesi değişti, ancak servis ettiği ürünün kalitesi değişmedi. Kıbrıslı Türkler kendi kutularından başka bir hikâye, Kıbrıslı Rumlar ise başka bir hikâye izliyorlar. Çözüme yönelik her hamlede, her zaman “öteki” suçludur. Kutu bir ayna değildir, liderliğin ölçülerine göre ayarlanmış bir propaganda makinesidir. Örneğin bir Kıbrıs Rum kanalı Muratağa, Sandallar ve Atlılar’la ilgili belgesel yayınlamaya cesaret edebilir mi? Tabii ki hayır… Bu, resmi hikâyenin dışındadır. Peki, bir Kıbrıs Türk kanalı, Kıbrıslı Rum sivillerin öldürülmesiyle ilgili bir belgesel yayınlamaya cesaret edebilir mi? Elbette, hayır… Bu da Kıbrıs Türk hikayesi dışındadır. Başka bir örnek daha: Haberlerde kayıpların cesetlerinin defnedildiğini görüyoruz ancak diğer toplumun cesetlerinin defnedildiğinden söz edilmiyor. Üstelik, bir tarafta “köpekler” yaşarken, diğer tarafta “eşekler” yaşıyor.
Hayatın boyunca, ötekini sana her zaman barbar ve uzlaşmaz olarak gösteren bir kutunun önünde büyümenin ne demek olduğunu biliyor musun? Eğer Kıbrıslıysan, biliyorsun. Bu tür liderliklerle ve bu kadar olumsuz propaganda ile Kıbrıs sorununun çözülmesinin ve adanın yeniden birleşmesinin mümkün olacağını beklemek aptallık olur. Liderlikte ne irade ne de vizyon var… Nikos Anastasiadis bunu alenen kabul etmese de iki devleti kabul etti ve bizi bu fikre alıştırana kadar bunu sızdırmaya özen gösterdi. En azından Ersin Tatar bunu gizlemiyor. Kapalı Maraş’ın açılması bunu apaçık ortaya koyuyor. Eğer çözüm isteseydi, Maraşlılara “şehriniz iskân edilmedi, gelin alın, BM kararlarına uyacağız, sizi geri dönüşünüzden mahrum etmemiz için bir neden yok” derdi. Ertesi günü Maraşlılar onun adına su içecekti. Çıplak gerçek şu ki ne Anastasiadis, ne Tatar, ne Yunanistan, ne de Türkiye, halkımızın çıkarlarıyla ilgileniyor. Eğer ilgilenselerdi kutu, haberleri, şu anda sunduğu şekilde sunmayacaktı. Aldanmayın, herkes oyunun bir parçası… Aksi halde bunca yıl, çözümsüz geçmezdi.
Çözümün kokusunu aldığımız tek an, Kıbrıs Türk halkının kutuyu kapatıp sokaklara döküldüğü zamandı. Ne yazık ki o zaman Kıbrıslı Rumlar kutularının önüne çakılmış, propaganda samanı yiyorlardı. O dönemde sunulan dinamiklerden haberleri yoktu. Kıbrıslı Türklerin sokaklarda neden Dillirga şarkısı ile dans edip “Kıbrıs’ta barış engelleyemez!” diye bağırdıklarını anlamadılar. Kalplerimizi ve sesimizi birleştirme, tarihin akışını değiştirme fırsatının bize verildiği tek zamandı. Kutudan ve bize servis edilen kurgulanmış haberlerden uzaklaşmaya cesaret edemedik. Dönemin gelişmelerinin yorumlanmasında, ya da muhtemelen yanlış yorumlanmasında kaybolduk.
Bugün umut ettiğim bir şey varsa, o da tarihin sık sık tekerrür ettiği ve bir gün her iki toplumdan da insanların aynı anda sokağa dökülmeleri halinde, her şeyin mümkün olabileceğidir. Liderlerden kesinlikle hiçbir şey beklemiyorum. Altmış yıllık görüşmelerde, hiçbir şey başarmadıkları gibi, her yıl daha da kötüye gidiyoruz. Biz, savaş öncesi Kıbrıs’ta yaşayan son nesiliz ve diğer nesiller arasında en çok kirlenen biziz. Bizleri siyasi açıdan istediği gibi yetiştiren bir ekran karşısında aptallaşmış bir nesiliz. Kötü alışkanlıklardan kurtulmak zordur, ama asla bilemezsiniz…
Toni Agastiniotis
Avrupa 20/03/2022
Kıbrıs sorununda son on yılda ne değişti? Gerçekte, olumlu hiçbir şey olmadı. Annan Planından Maraş’ın açılmasına, Mehmet Ali Talat’tan ve Dimitris Hristofyas’tan, Nikos Anastasiadis’e ve Ersin Tatar’a kadar geldik. Arada Crans-Montana ve siyasi liderlerimizin vergi mükellefi vatandaş tarafından ödenen eğlence amaçlı gezileri oldu.
Crans-Montana görüşmeleri döneminde birçok arkadaşım görüşümü öğrenmek istiyordu. Onlara herhangi bir gelişme olmayacağını söylediğim zaman, bana kızıyorlardı. Bana negatif olduğumu, durumu doğru değerlendirmediğimi söylüyorlardı. Ne yazık ki yanılmamıştım. Hatta bir arkadaşım bana çok kızmıştı. Üst düzey bir parti yetkilisi ile konuşmuş, çözümün yakın olduğundan emindi. Bana “Akıncı’yı Rauf Denktaş ile karıştırıyorsun” dedi. Görüyorsunuz, Kıbrıs Rum liderliği yıllarca Denktaş’ı şeytanlaştırmış, her şeyden onun suçlu olduğunu söylüyordu. Bunu Denktaş’ı kendi sorumluluklarından kurtarmak için söylemiyorum, çünkü herkesin kendi sorumlulukları vardır. Herkes dediğim zaman, her iki tarafı da kast ediyorum. Bir gün arkadaşıma, 60’lı yıllardan itibaren Kıbrıs sorunu ile ilgili tüm planları açtım ve Kıbrıs Rum liderliğinin bunlardan hangisini kabul ettiğini bana söylemesini istedim. Rengi değişti. Kızardı. Düşünmedi, aramadı da… İnsanın kendi tarafının, bölünmeden ve siyasi çıkmazlardan aynı derecede sorumlu olduğunu kabul etmesi zordur.
Hepimiz Kıbrıs sorununu, sadece şekli değişen kare bir kutudan izleyerek büyüdük. Kare zaman içinde dikdörtgene dönüştü. Görüntünün kalitesi değişti, ancak servis ettiği ürünün kalitesi değişmedi. Kıbrıslı Türkler kendi kutularından başka bir hikâye, Kıbrıslı Rumlar ise başka bir hikâye izliyorlar. Çözüme yönelik her hamlede, her zaman “öteki” suçludur. Kutu bir ayna değildir, liderliğin ölçülerine göre ayarlanmış bir propaganda makinesidir. Örneğin bir Kıbrıs Rum kanalı Muratağa, Sandallar ve Atlılar’la ilgili belgesel yayınlamaya cesaret edebilir mi? Tabii ki hayır… Bu, resmi hikâyenin dışındadır. Peki, bir Kıbrıs Türk kanalı, Kıbrıslı Rum sivillerin öldürülmesiyle ilgili bir belgesel yayınlamaya cesaret edebilir mi? Elbette, hayır… Bu da Kıbrıs Türk hikayesi dışındadır. Başka bir örnek daha: Haberlerde kayıpların cesetlerinin defnedildiğini görüyoruz ancak diğer toplumun cesetlerinin defnedildiğinden söz edilmiyor. Üstelik, bir tarafta “köpekler” yaşarken, diğer tarafta “eşekler” yaşıyor.
Hayatın boyunca, ötekini sana her zaman barbar ve uzlaşmaz olarak gösteren bir kutunun önünde büyümenin ne demek olduğunu biliyor musun? Eğer Kıbrıslıysan, biliyorsun. Bu tür liderliklerle ve bu kadar olumsuz propaganda ile Kıbrıs sorununun çözülmesinin ve adanın yeniden birleşmesinin mümkün olacağını beklemek aptallık olur. Liderlikte ne irade ne de vizyon var… Nikos Anastasiadis bunu alenen kabul etmese de iki devleti kabul etti ve bizi bu fikre alıştırana kadar bunu sızdırmaya özen gösterdi. En azından Ersin Tatar bunu gizlemiyor. Kapalı Maraş’ın açılması bunu apaçık ortaya koyuyor. Eğer çözüm isteseydi, Maraşlılara “şehriniz iskân edilmedi, gelin alın, BM kararlarına uyacağız, sizi geri dönüşünüzden mahrum etmemiz için bir neden yok” derdi. Ertesi günü Maraşlılar onun adına su içecekti. Çıplak gerçek şu ki ne Anastasiadis, ne Tatar, ne Yunanistan, ne de Türkiye, halkımızın çıkarlarıyla ilgileniyor. Eğer ilgilenselerdi kutu, haberleri, şu anda sunduğu şekilde sunmayacaktı. Aldanmayın, herkes oyunun bir parçası… Aksi halde bunca yıl, çözümsüz geçmezdi.
Çözümün kokusunu aldığımız tek an, Kıbrıs Türk halkının kutuyu kapatıp sokaklara döküldüğü zamandı. Ne yazık ki o zaman Kıbrıslı Rumlar kutularının önüne çakılmış, propaganda samanı yiyorlardı. O dönemde sunulan dinamiklerden haberleri yoktu. Kıbrıslı Türklerin sokaklarda neden Dillirga şarkısı ile dans edip “Kıbrıs’ta barış engelleyemez!” diye bağırdıklarını anlamadılar. Kalplerimizi ve sesimizi birleştirme, tarihin akışını değiştirme fırsatının bize verildiği tek zamandı. Kutudan ve bize servis edilen kurgulanmış haberlerden uzaklaşmaya cesaret edemedik. Dönemin gelişmelerinin yorumlanmasında, ya da muhtemelen yanlış yorumlanmasında kaybolduk.
Bugün umut ettiğim bir şey varsa, o da tarihin sık sık tekerrür ettiği ve bir gün her iki toplumdan da insanların aynı anda sokağa dökülmeleri halinde, her şeyin mümkün olabileceğidir. Liderlerden kesinlikle hiçbir şey beklemiyorum. Altmış yıllık görüşmelerde, hiçbir şey başarmadıkları gibi, her yıl daha da kötüye gidiyoruz. Biz, savaş öncesi Kıbrıs’ta yaşayan son nesiliz ve diğer nesiller arasında en çok kirlenen biziz. Bizleri siyasi açıdan istediği gibi yetiştiren bir ekran karşısında aptallaşmış bir nesiliz. Kötü alışkanlıklardan kurtulmak zordur, ama asla bilemezsiniz…
Toni Agastiniotis