Çatı Katı
Avrupa 07/08/2022
Saatlerdir bilgisayarın ekranına bakarak, bu makaleyi yazmaya çalışıyorum... Yazmaya başlıyorum, sonra siliyor, tekrar yazmaya başlıyorum… Bir konudan ötekine atlıyor, sonra tekrar başa dönüyorum... Yaşadığımız bu sözde demokrasilere söylemediğimiz ne kaldı ki? Doğruyu söylersen hapse de girebilirsin… “Sahtekarlığın egemen olduğu dönemde, gerçeği söylemek devrimci bir eylemdir” demişti George Orwell… Devrimci bir eylem mi yapayım, yoksa “sahte demokrasilerden” söz ederken, hali hazırda bunu yaptım mı?
Barikatın hangi tarafından bakarsam bakayım, aynı sahneyi görüyorum. Büyük sermayeyle, yasalarla ve direktiflerle hareket eden liderlikler, halkı giderek daha fazla özgürlükten yoksun bırakıyorlar... Antik Yunanca olan Demokrasi kelimesi, Halkın İktidarı anlamına gelmektedir... Halk ve liderlik sürekli çatışma halindeyken, halkın iktidarı nasıl mümkün olabilir? En ufak halk desteğine sahip olmayan bir liderlik istifa etmediği zaman, demokrasimiz olmaz… Kadife bir darbe olur... Tek bir kurşunun dahi sıkılmadığı siyasi bir darbe olur…
Baskıcı yasalar, protokoller, gazetecilerin susturulması, rejim karşıtlarının kovuşturulması, kurum ihlalleri, temel özgürlüklerin çiğnenmesi, suikastlar, çalışma alanındaki kazanımların kaldırılması, seçimlere hile katılması… Tüm bunlar demokratik yönetim kategorisine girmez…
Bir liderliği, hırs ve açgözlülük ele geçirdiğinde, o liderlik artık halkın refahını ve özgürlüğünü umursamaz. Komisyon ve rüşvetle büyük sermayeye hizmet eder… Kriz apartmanında -inşa edilmiş veya edilmemiş - çatı katında eğlence ve sefahat varken, sıradan vatandaş geceleri bodrumda hayatta kalmanın yollarını arayan bir kemirgen gibi uyur... Elit kesim devlet ve parti mekanizmalarını kullanarak, şöhretten şöhrete atlarken, halk topallayarak, sefaletten sefalete ilerler…
Bir siyasi sistem, bir azınlığın çıkarları için çalıştığında, halkın mutluluğu ve refahı birincil hedef olmadığında, bu bir demokrasi değil, bir oligarşidir. İmtiyazlı azınlığın çoğunluk üzerinde tahakküm kurmasıdır. Kapitalist sistemi biz seçtik, o nedenle şikâyet etmemeliyiz. Sosyalizme doğru ilerlemeye hiçbir zaman cesaret edemedik. Zaman zaman önümüze birkaç kırıntı attılar ve biz hepimizin çatı katına çıkacağına inandık.
Biz aslında maaşlı köleleriz ve artık onlara faydalı olmadığımızı anladıklarında bizi asansöre bindirdiler ve bodruma inmemiz için düğmeye bastılar. Siyaset biliminin öyle bir seviyesine geldik ki, çatı katında yaşayanları desteklemek için birbirimizi yiyoruz.
Bana şunu sorabilirsin… “Ama seçim yapıldı ve halk karar verdi, sen bunun demokrasi olmadığını nasıl iddia edersin?” Çok mantıklı bir soru… Seçimlere hile katılmasını, yabancı müdahaleleri, hatta seçmeni bir yöne yönlendiren başarılı bir iletişim kampanyası gerçeğini bir kenara bırakıyorum… Seçim kampanyasına yatırılan paranın oynadığı önemli rolü de bir kenara bırakıyorum… Bugün, şu anda halk ve liderlik arasındaki ilişki nedir? Liderlik halkın çıkarlarına hizmet ediyor mu? Çalışma ve sendikal haklarını koruyor mu? Malını bankalardan korumak için mi mücadele ediyor, yoksa yabancı ve yerel finans devlerine mi hizmet ediyor? Bu sorular önemli sorulardır, zira tıpkı Buddha’nın dediği gibi “üç şey uzun süre gizli kalamaz: güneş, ay ve gerçek…” Vatandaşlar, soruların tüm cevaplarını biliyor. Çatı katında ne olup bittiğini ve hangi çıkarlara hizmet edildiğini çok iyi biliyorlar. Demokratik haklarının yavaş yavaş, birer birer ellerinden alındığını görüyorlar.
Boyunlarındaki ilmeğin ses tellerini sıktığını hissediyorlar… Her gün tenlerinde yoksunluğu ve yoksullaşmayı yaşıyorlar… Ne kadar şikayet ederlerse etsinler, kimsenin umurunda değil… Yalnızca liderlikler ve parti köpekleri, toplumlarımızda yaşananlarda bir sorun olduğunu görmüyor.
Sonunda çıplak gerçeği söyleyelim… Kıbrıs sorunu asla çözülmeyecek ve liderliğin baskın özelliğinin açgözlülük olduğu ve paranın insan varlığından daha değerli olduğu kana susamış kapitalist bir sistemde halk olarak asla refaha kavuşmayacağız…
Tony Angastiniotis
Avrupa 07/08/2022
Saatlerdir bilgisayarın ekranına bakarak, bu makaleyi yazmaya çalışıyorum... Yazmaya başlıyorum, sonra siliyor, tekrar yazmaya başlıyorum… Bir konudan ötekine atlıyor, sonra tekrar başa dönüyorum... Yaşadığımız bu sözde demokrasilere söylemediğimiz ne kaldı ki? Doğruyu söylersen hapse de girebilirsin… “Sahtekarlığın egemen olduğu dönemde, gerçeği söylemek devrimci bir eylemdir” demişti George Orwell… Devrimci bir eylem mi yapayım, yoksa “sahte demokrasilerden” söz ederken, hali hazırda bunu yaptım mı?
Barikatın hangi tarafından bakarsam bakayım, aynı sahneyi görüyorum. Büyük sermayeyle, yasalarla ve direktiflerle hareket eden liderlikler, halkı giderek daha fazla özgürlükten yoksun bırakıyorlar... Antik Yunanca olan Demokrasi kelimesi, Halkın İktidarı anlamına gelmektedir... Halk ve liderlik sürekli çatışma halindeyken, halkın iktidarı nasıl mümkün olabilir? En ufak halk desteğine sahip olmayan bir liderlik istifa etmediği zaman, demokrasimiz olmaz… Kadife bir darbe olur... Tek bir kurşunun dahi sıkılmadığı siyasi bir darbe olur…
Baskıcı yasalar, protokoller, gazetecilerin susturulması, rejim karşıtlarının kovuşturulması, kurum ihlalleri, temel özgürlüklerin çiğnenmesi, suikastlar, çalışma alanındaki kazanımların kaldırılması, seçimlere hile katılması… Tüm bunlar demokratik yönetim kategorisine girmez…
Bir liderliği, hırs ve açgözlülük ele geçirdiğinde, o liderlik artık halkın refahını ve özgürlüğünü umursamaz. Komisyon ve rüşvetle büyük sermayeye hizmet eder… Kriz apartmanında -inşa edilmiş veya edilmemiş - çatı katında eğlence ve sefahat varken, sıradan vatandaş geceleri bodrumda hayatta kalmanın yollarını arayan bir kemirgen gibi uyur... Elit kesim devlet ve parti mekanizmalarını kullanarak, şöhretten şöhrete atlarken, halk topallayarak, sefaletten sefalete ilerler…
Bir siyasi sistem, bir azınlığın çıkarları için çalıştığında, halkın mutluluğu ve refahı birincil hedef olmadığında, bu bir demokrasi değil, bir oligarşidir. İmtiyazlı azınlığın çoğunluk üzerinde tahakküm kurmasıdır. Kapitalist sistemi biz seçtik, o nedenle şikâyet etmemeliyiz. Sosyalizme doğru ilerlemeye hiçbir zaman cesaret edemedik. Zaman zaman önümüze birkaç kırıntı attılar ve biz hepimizin çatı katına çıkacağına inandık.
Biz aslında maaşlı köleleriz ve artık onlara faydalı olmadığımızı anladıklarında bizi asansöre bindirdiler ve bodruma inmemiz için düğmeye bastılar. Siyaset biliminin öyle bir seviyesine geldik ki, çatı katında yaşayanları desteklemek için birbirimizi yiyoruz.
Bana şunu sorabilirsin… “Ama seçim yapıldı ve halk karar verdi, sen bunun demokrasi olmadığını nasıl iddia edersin?” Çok mantıklı bir soru… Seçimlere hile katılmasını, yabancı müdahaleleri, hatta seçmeni bir yöne yönlendiren başarılı bir iletişim kampanyası gerçeğini bir kenara bırakıyorum… Seçim kampanyasına yatırılan paranın oynadığı önemli rolü de bir kenara bırakıyorum… Bugün, şu anda halk ve liderlik arasındaki ilişki nedir? Liderlik halkın çıkarlarına hizmet ediyor mu? Çalışma ve sendikal haklarını koruyor mu? Malını bankalardan korumak için mi mücadele ediyor, yoksa yabancı ve yerel finans devlerine mi hizmet ediyor? Bu sorular önemli sorulardır, zira tıpkı Buddha’nın dediği gibi “üç şey uzun süre gizli kalamaz: güneş, ay ve gerçek…” Vatandaşlar, soruların tüm cevaplarını biliyor. Çatı katında ne olup bittiğini ve hangi çıkarlara hizmet edildiğini çok iyi biliyorlar. Demokratik haklarının yavaş yavaş, birer birer ellerinden alındığını görüyorlar.
Boyunlarındaki ilmeğin ses tellerini sıktığını hissediyorlar… Her gün tenlerinde yoksunluğu ve yoksullaşmayı yaşıyorlar… Ne kadar şikayet ederlerse etsinler, kimsenin umurunda değil… Yalnızca liderlikler ve parti köpekleri, toplumlarımızda yaşananlarda bir sorun olduğunu görmüyor.
Sonunda çıplak gerçeği söyleyelim… Kıbrıs sorunu asla çözülmeyecek ve liderliğin baskın özelliğinin açgözlülük olduğu ve paranın insan varlığından daha değerli olduğu kana susamış kapitalist bir sistemde halk olarak asla refaha kavuşmayacağız…
Tony Angastiniotis