Açık yaralar
Avrupa 24/04/2022
Geçen hafta “Barışa sıkılan altmış kurşun” makalemin yayınlanmasının ardından, dostum İbrahim Aziz beni telefonla aradı. Kavazoğlu’nun arkadaşı İbrahim… Bana, cinayeti araştırdığını, katillerin arabanın camından yaklaşarak iki arkadaşını infaz ettiklerini ve altmış kurşun söyleminin yanlış olduğunu söyledi. Altmış kurşunu elbette ben uydurmamıştım. Bundan bahseden çok sayıda makale var, ancak İbrahim Aziz’in bilgisini, suçu derinlemesine araştıran, tanıdığım tek kişi olduğu için kabul edeceğim.
“Kurşunların iki, yetmiş ya da yüz olması bu kadar önemli mi?” dediğinizi duyar gibiyim. İlk başta ben de böyle düşündüm ama tartışmamızın üzerinden elli sekiz saniye geçmeden, bu detayın İbrahim için neden önemli olduğunu, bu konuda ondan özür dilememin, aynı zamanda toplumlarımıza silinmez bir şekilde damgasını vuran cinayetlerin madalyonunun öteki yüzünü, yani dava dosyaları sonsuza dek açık kaldığı için, hiçbir zaman adalete kavuşmadan, kaybın acısını yaşayan insanların açık yaralarının üstünde durmamın neden çok önemli olduğu anladım.
İbrahim Aziz ile konuşurken, Ağustos 1974’te tüm ailesini katledilmiş bir şekilde, Atlılarda toplu bir mezarda gömülü bulan Ali Faik’in yarasından ya da ailesinin Balıkesir’de infaz edildiğini gören Petros Suppuris’in yarasından farklı bir yaradan bahsetmediğimi fark ettim. Bu ikisinden, en bilindik olaylar oldukları için bahsettim, ancak bu, sevdikleri hunharca öldürülen herkesi ilgilendiriyor. Tarihi belgeler ve kayıtlar dışında hiç tanımadığımız kişilerin anıtlarına giderek, çelenk koyuyoruz. Onları tanıyanlar için, aileleri ve arkadaşları için, bu kişilerin kendilerine has sesleri, kendilerine has kokuları ve kendilerine has karakterleri vardı. En sevdikleri tatları ve tüm kusurlarını biliyorlardı. Bu kişilerin kahkaha attıkları ve gözyaşı döktükleri zamanların yanı sıra siyasi faaliyetleri, heyecanları ve özlemleri vardı. En basit tabiriyle onları seviyorlardı. Bizimle birlikte yaşamalarını ve hiç kimsenin onların anıtlarına çelenk koymasını istemiyorlardı.
İbrahim Aziz bizim gibi, arkadaşlarının öldürüldüğü günü hatırlatmak için, herhangi bir internet paylaşımına ihtiyaç duymuyor. O günün hatırası, olayları canlı tutmak için anısına dua okutmaya ihtiyaç duymuyor. Ona sorsanız, Mişaulis ve Kavazoğlu cinayetini öğrendiği anda tam olarak nerede olduğunu ve nasıl hissettiğini eminim size anlatacaktır. Onun içine işleyen bu duyguyu, hayatının geri kalan her gününde ruhunda taşıyacak.
Peki İbrahim için mermi sayısı neden bu kadar önemli? Çünkü davanın dosyası hala açıktır. Savcılığın dilinde “çözülmemiş dava” (cold case) dedikleri budur. Çözülmemiş davalar çekmeceye giren, ancak daha fazla kanıt bulunursa, her an yeniden açılabilen davalardır. Bu dosyalar polis ve savcılar tarafından kapatılabilir, ancak dostları ve yakınları için, içlerindeki yaralar gibi, her zaman açıktır. Davalarına ışık tutabilecek en küçük ayrıntıyı bile aramaktan asla vazgeçmezler. Gerçek olayların herhangi bir şekilde çarpıtılması, hatta sıkılan kurşunların sayısı bile, ne kadar yıl geçerse geçsin asla bitmeyecek araştırmalarına düşen bir gölgedir. Cinayetin tüm ayrıntılarını ve tüm delillerini öğrendiklerinde bile, devlet gelip “Dava çözüldü” diyene kadar tatmin olmayacaklar.
Çıplak gerçek şu ki, Mişaulis ve Kavazoğlu gibi geçmişin siyasi cinayetleri, çözülemedikleri için değil, devlet bunları çözmek istemediği için çözülmüyor. Bu cinayetlerin çözülmesi, tarihin değişmesine yol açacaktır, bu ne Kıbrıslı Rum ne de Kıbrıslı Türk milliyetçi liderliklerin çıkarınadır… Tarihin resmi anlatısına kurgu girdiği ve siyasi suçlar ört bas edildiği andan itibaren, Luricina’daki suç mahallinde olmayan diğer elli sekiz merminin nereye gittiğini biliyoruz… Gerçeği öldürmek için kullanıldılar…
Tony Angastiniotis
Avrupa 24/04/2022
Geçen hafta “Barışa sıkılan altmış kurşun” makalemin yayınlanmasının ardından, dostum İbrahim Aziz beni telefonla aradı. Kavazoğlu’nun arkadaşı İbrahim… Bana, cinayeti araştırdığını, katillerin arabanın camından yaklaşarak iki arkadaşını infaz ettiklerini ve altmış kurşun söyleminin yanlış olduğunu söyledi. Altmış kurşunu elbette ben uydurmamıştım. Bundan bahseden çok sayıda makale var, ancak İbrahim Aziz’in bilgisini, suçu derinlemesine araştıran, tanıdığım tek kişi olduğu için kabul edeceğim.
“Kurşunların iki, yetmiş ya da yüz olması bu kadar önemli mi?” dediğinizi duyar gibiyim. İlk başta ben de böyle düşündüm ama tartışmamızın üzerinden elli sekiz saniye geçmeden, bu detayın İbrahim için neden önemli olduğunu, bu konuda ondan özür dilememin, aynı zamanda toplumlarımıza silinmez bir şekilde damgasını vuran cinayetlerin madalyonunun öteki yüzünü, yani dava dosyaları sonsuza dek açık kaldığı için, hiçbir zaman adalete kavuşmadan, kaybın acısını yaşayan insanların açık yaralarının üstünde durmamın neden çok önemli olduğu anladım.
İbrahim Aziz ile konuşurken, Ağustos 1974’te tüm ailesini katledilmiş bir şekilde, Atlılarda toplu bir mezarda gömülü bulan Ali Faik’in yarasından ya da ailesinin Balıkesir’de infaz edildiğini gören Petros Suppuris’in yarasından farklı bir yaradan bahsetmediğimi fark ettim. Bu ikisinden, en bilindik olaylar oldukları için bahsettim, ancak bu, sevdikleri hunharca öldürülen herkesi ilgilendiriyor. Tarihi belgeler ve kayıtlar dışında hiç tanımadığımız kişilerin anıtlarına giderek, çelenk koyuyoruz. Onları tanıyanlar için, aileleri ve arkadaşları için, bu kişilerin kendilerine has sesleri, kendilerine has kokuları ve kendilerine has karakterleri vardı. En sevdikleri tatları ve tüm kusurlarını biliyorlardı. Bu kişilerin kahkaha attıkları ve gözyaşı döktükleri zamanların yanı sıra siyasi faaliyetleri, heyecanları ve özlemleri vardı. En basit tabiriyle onları seviyorlardı. Bizimle birlikte yaşamalarını ve hiç kimsenin onların anıtlarına çelenk koymasını istemiyorlardı.
İbrahim Aziz bizim gibi, arkadaşlarının öldürüldüğü günü hatırlatmak için, herhangi bir internet paylaşımına ihtiyaç duymuyor. O günün hatırası, olayları canlı tutmak için anısına dua okutmaya ihtiyaç duymuyor. Ona sorsanız, Mişaulis ve Kavazoğlu cinayetini öğrendiği anda tam olarak nerede olduğunu ve nasıl hissettiğini eminim size anlatacaktır. Onun içine işleyen bu duyguyu, hayatının geri kalan her gününde ruhunda taşıyacak.
Peki İbrahim için mermi sayısı neden bu kadar önemli? Çünkü davanın dosyası hala açıktır. Savcılığın dilinde “çözülmemiş dava” (cold case) dedikleri budur. Çözülmemiş davalar çekmeceye giren, ancak daha fazla kanıt bulunursa, her an yeniden açılabilen davalardır. Bu dosyalar polis ve savcılar tarafından kapatılabilir, ancak dostları ve yakınları için, içlerindeki yaralar gibi, her zaman açıktır. Davalarına ışık tutabilecek en küçük ayrıntıyı bile aramaktan asla vazgeçmezler. Gerçek olayların herhangi bir şekilde çarpıtılması, hatta sıkılan kurşunların sayısı bile, ne kadar yıl geçerse geçsin asla bitmeyecek araştırmalarına düşen bir gölgedir. Cinayetin tüm ayrıntılarını ve tüm delillerini öğrendiklerinde bile, devlet gelip “Dava çözüldü” diyene kadar tatmin olmayacaklar.
Çıplak gerçek şu ki, Mişaulis ve Kavazoğlu gibi geçmişin siyasi cinayetleri, çözülemedikleri için değil, devlet bunları çözmek istemediği için çözülmüyor. Bu cinayetlerin çözülmesi, tarihin değişmesine yol açacaktır, bu ne Kıbrıslı Rum ne de Kıbrıslı Türk milliyetçi liderliklerin çıkarınadır… Tarihin resmi anlatısına kurgu girdiği ve siyasi suçlar ört bas edildiği andan itibaren, Luricina’daki suç mahallinde olmayan diğer elli sekiz merminin nereye gittiğini biliyoruz… Gerçeği öldürmek için kullanıldılar…
Tony Angastiniotis